Hayat bazen insanın kaderini bir anda değiştirir. Bir kaza, bir saniye ve ardından sessizliğe gömülen bir hayat… Omuriliği zarar gören ve felç teşhisi konan bu kadının dünyası o gün karardı. Yürüyememenin bedensel ağırlığı kadar, ruhunda açılan derin yaralar onu karanlığa sürüklüyordu. Umutsuz geceler, ağır düşünceler ve içinden çıkamadığı rüyalarla dolu bir dönem başladı.
Ama her karanlığın içinde gizli bir ışık vardır. O ışığın ilk kıvılcımı, karşısına çıkan Hanife Abla ile yandı. Onun şu sözü, kaderi değiştiren işaretlerin başlangıcı oldu:
“Her kadının içinde bir ışık vardır, seninki hiç sönmedi.”
Gerçek dönüşüm ise Celil Kaplanoğlu ile tanıştığında başladı. Celil Bey, rüyalarını yalnızca yorumlamadı; ona ilahi işaretlerin diliyle konuşmayı öğretti. Bir zamanlar korkutucu olan rüyalar, artık yol gösteren mesajlara dönüştü. Karanlık bir odada yürüdüğünü gördüğünde Celil Bey’in yorumu hayatına yeni bir kapı açtı:
“Allah, iman edenlerin velisidir; onları karanlıklardan nura çıkarır.” (Bakara 257)
Rüyalarında iki enerjinin verdiği mesajlar, derin bir maneviyatın işaretiydi:
“Allah dilediğine gaybından haber verir.” (Cin 26-27)
Ve zamanla, kendi içindeki işaretleri görmeye başladı:
“Biz insana kendi nefsinde işaretler göstereceğiz.” (Fussilet 53)
Bu süreçte Hanife Abla’nın desteği, sabrı ve sevgisi onu güçlendiren en önemli kaynaklardan biri oldu. Korkular azaldı, umut çoğaldı, ruhundaki ışık yeniden parladı.
Aylar süren manevi yolculuk, disiplinli çalışmalar ve içsel dönüşüm sonunda bedeninde mucizevi değişimler başladı. Bacaklarında his oluştu, hareketlendiler… İlk adımını attığı an, sadece fiziksel bir iyileşme değildi; yeniden doğuşun sembolüydü.
O an anladı ki mucize, sadece bedende değil; insanın içindeki ışığı fark ettiğinde doğuyordu.
Bu gerçek yaşam hikâyesi bir gerçeği hatırlatıyor:
Karanlık en yoğun anında bile, insan içindeki ışığı keşfederse, kendi hayatında mucizeler yaratabilir.